20 Mayıs 2011

Koku alma duyusu beyin evrimini nasıl tetikledi

Memelilerin diğer hayvan türlerine göre daha büyük beyinleri vardır. Bilim Dergisi’nde -Science Journal- geçtiğimiz hafta* basılan yeni bir araştırmaya göre bilim adamları bu olgunun memelilerdeki keskin koku alma duyusu ile ilgili olduğunu önerdiler.

Araştırmacılar Çin’deki Jura dönemine ait fosil yatağında bulunan 190-milyon yıllık memeli kafataslarını incelemek için bilgisayar tomoragrafisi ve CT taraması yöntemlerini kullandılar. Devasa etobur dinazorlarla aynı dönemde yaşamış olan bu minik canlılar belki de noktürnal -gece dolaşan- oldukları için sağ kaldılar.

Photo: Mark A. Klingler/Carnegie Museum of Natural History

Carnegie Doğa Tarihi Müzesi, Pittsburgh, Pennsylvania’da taşılbilimci -tr. paleontolog- olan Zhe-Xi Luo “ancak gece etkin olabilmeleri bu memelilerin ‘son derece özel duyusal uyarlamalara sahip oldukları anlamına geliyor“ dedi.

Luo, CT-taramalarının ekibine iki adet tarih öncesi memelinin sanal beyin şeklini çıkarmak olanağını verdiğini sözlerine ekledi ve “bu çalışmada beynin giderek büyümesinin öncelikle koku duymaya yarayan bölümü ile derinin dokunsal duyumuna yarayan bölümünün büyümesi yüzünden olduğunu bulduk” dedi.

Matthew Colbert, University of Texas

Luo, memelilerin yırtıcı -avlanarak yaşayan- dinazorlar arasında sağ kalmalarına yardım eden keskin koku alma ve dokuma duyularının tarih ötesi anatomilerinde açık bir biçimde göründüğünü belirtti.

“Bu fosil incelemesi ile ortaya çıkan yeni evrimsel kanı, belki de, koku alma yetisinin sağkalımda en az işitmek kadar hatta ondan daha da önemli olduğu ve derinin dokunsal duyumunun da muhtemelen büyük bir rolü olduğudur”.

Mark A. Klingler/Carnegie Museum of Natural History

Luo, “kafatası bir kağıt ataçından küçük olan minik Hadrocodium da dahil olmak üzere Jura dönemi memelilerin kafataslarının kendilerinden önce gelen memeli akrabalarına göre iki ya da üç katı daha büyük beyinleri vardı” dedi.

“Küçük bir memeli olan Hadrocodium vücuduna göre büyük olan kafası ile modern memeliler kadar beyin büyüklüğüne erişmişti.”

Luo 190-milyon yaşındaki memeli akrabalarımızdaki bu görkemli beyin gelişimini saptamış olmanın heyecanını yaşıyor. Bu arasında insanların da olduğu Dünya’nın en baskın hayvan sınıflarından biri olan memelilerin oluşmasına yol açan önemli bir evrimsel dönüm noktasıdır.

Dip Notlar

* 16-20 Mayıs 2011

Referanslar:

Voice of America
http://www.voanews.com/english/news/science-technology/Sense-of-Smell-Jumpstarted-Brain-Evolution-122245229.html

Zhe-Xi Luo
http://www.carnegiemnh.org/vp/luo-bio.html


PDF

İnternet sansürüne karşı önlem olarak bu iletiyi PDF olarak indirebilirsiniz:
Koku alma duyusu beyin evrimini nasıl tetikledi (PDF, 98KB)

18 Mayıs 2011

PDF dosyaları

PDF dosyaları hazır.

Aşağıdaki bağlantıdan Evrim Olgusu blogunda şu ana kadar yayınlanan önemli iletileri bir zip arşivi olarak indirebilirsiniz.

Bu iletileri istediğiniz kadar paylaşabilir, bastırabilirsiniz.

Evrim Olgusu PDF dosyaları (2.9MB)

Sansüre Hazırlık

Sansüre Hazırlık

Bilindiği üzere Türkiye'de 22 Ağustos’ta devreye girecek filtre uygulamasıyla İnternet'te bir merkezden kontrol edilen, geniş çaplı ve keyfi sansürün önü açılıyor.

Evrim Olgusu blogumuzun dikkatleri çektiği anda sansür edileceğini biliyoruz. Türk insanının bilimsel verilere dayalı bilgi hazinelerine erişimini karanlık güçler engelliyor, engellemeye de devam edecekler.

En büyük korkuları insanımızın bilinçlenmesi ve inançlarını sorgulamaya başlamasıdır. Maskelerini düşürecek olan bilimdir.

Evrim Olgusu’na web adresinden erişemediğiniz taktirde ileride yayınlanacak olan iletileri kesintisiz almak istiyorsanız aşağıdaki yöntemlerle sansürü kırabilirsiniz.

Evrim Olgusu’nu email ile izleyin

Şu anda sayfanın sağ üst kısmına baktığınızda üzerinde Evrim Olgusu’nu email ile izleyin yazan bir kutucuk göreceksiniz. Eğer buraya email adresinizi girip kayıt yapacak olursanız bundan sonra yazacağım iletileri email yolu ile alabileceksiniz.



Eğer email adresinizi vermek sizi kaygılandırıyorsa, şunu bilin ki, email adreslerine herhangi bir şekilde erişmem olası değil. Email yönlendirmesi, Google tarafından onaylanmış olan FeedBurner servisi tarafından yapılıyor.

PDF erişimi (yakında)

Şu anda tüm Evrim Olgu’su iletilerini PDF dosyaları haline getirmekle meşgulüm. Yakında atacağım bir ileti ile bu dosyaları web üzerinden paylaşacağım.

Diğer Öneriler?

Sansürü kırmamızı sağlayacak başka önerileriniz varsa bilmek isterim lütfen aşağıdaki yorum kutusuna ilgili mesajlarınızı bırakın.

2 Mayıs 2011

Neden hıçkırırız

NEIL H. SHUBIN, SA 2009

Hıçkırıklar bir kaç dakikalık bir rahatsızlıktan aylara, bazı nadir durumlarda da yıllara değin uzanan ve önemli düzeyde yaşam tehlikesi oluşturan sorunlara yol açabilirler. Hıçkırık boğazdaki ve göğüsteki kasların kasılması ile oluşur. Karakteristik ‘hık’ sesi , boğazın arka kısmında yumuşak dokudan oluşan bir kapak olan epiglotis (küçük dil) kapanırken havayı çok keskin bir biçimde içeri aldığımızda çıkar. Bu hareketlerin tümü tamamen istemsizdir, düşünmeden hıçkırırız. Hıçkırıklar pek çok nedenden dolayı oluşabilirler; çok hızlı ya da çok fazla yediğimizde; hatta daha ağır koşullarda örneğin göğüs bölgesindeki tümörler hıçkırığa neden olabilir.

İyi desteklenen bir varsayıma göre hıçkırıklar, birisi balıklarla diğeri de yüzergezerlerle (amphibians) paylaşılan en az iki tabaka evrimsel geçmişe işaret eder. Soluk almada kullandığımız iki ana siniri balıklardan edindik.

Sinirlerin bir grubu, frenik (phrenic), kafatasının tabanından çıkar, diğer yerlerin yanısıra göğüs boşluğu ve diyaframdan geçer. Bu zorlu yol sorunlar yaratır; frenik sinirlerin yolunu kesintiye uğratan herhangi bir engel nefes alma yeteneğimizi olumsuz etkiler. Frenik sinirlerin tahriş edilmesi hıçkırığa da yol açabilir. Daha rasyonel bir tasarım sinirleri enseden değil diyaframa yakın bir yerden geçirirdi. Bir şanssızlık eseri bu tasarımı solungaçları bir diyaframın altında değil de enselerine yakın olan balıksı atalarımızdan miras aldık.

büyütmek için tıklayın
Eğer sinirlerin bu tuhaf yolu balık kökenimizin bir ürünüyse, hıçkırık, yüzergezerlerle paylaştığımız evrimsel geçmişten kaynaklanıyor olabilir. Hıçkırıkların kas ve sinir etkinliğine ait karakteristik örnek diğer canlılarda da doğal bir biçimde oluşmuştur ancak bu her canlıya özgü bir durum değildir. Bunlar özellikle hem akciğerlerini hem de solungaçlarını solumak için kullanan kuyruklu kurbağalarda ortaya çıkar. Kuyruklu kurbağalar solungaçlarını kullandıklarında, bir sorunla karşılaşırlar- suyu önce ağızlarına ve boğazlarına pompalamak sonra da solungaçları boyunca geçirmek zorundadırlar, ama bunu yaparken suyun akciğerlerine girmesini önlemeleri gerekir. O halde ne yaparlar? Soluk borusunu kapamak için dilciği (glottis) suyu ani bir biçimde içeri çekerken kapatırlar. Aslında böylelikle hıçkırığın genişletilmiş bir türünü kullanarak solungaçlarıyla nefes almış olurlar.

Çok uzun bir süre evrimsel tarihimizi, ofislerde, kayak parkurlarında ve futbol alanlarında değil, değişik zamanlarda, çok eski okyanuslarda, küçük ırmaklarda ve savanlarda geçirdik. Geçmişimiz ve bugünkü durumumuz arasındaki bu olağanüstü kopukluk vücudumuzun zaman zaman belli öngörülebilir şekillerde denetimi kaybetmesine yol açar. İnsan dizindeki, beldeki ve bileklerdeki kemikler, su canlılarında yüzlerce milyon yıl önce ortaya çıktılar. O halde dizlerimizdeki kıkırdağı yırtmamız, iki bacak üzerinde yürürken bel ağrısı duymamız, bilgisayar kullanırken, örgü örerken veya yazarken karpal tünel sendromu oluşması şaşırtıcı olabilir mi? Balık ve yüzergezer atalarımız bunları yapmıyorlardı.

Bir balığın vücut planını ele alın, bir solucan türünün vücudunu oluşturan genleri değiştirerek uyarlayın, daha sonra da onu dik bir şekilde yürüyen, düşünen ve parmaklarını son derece ince bir biçimde denetleyebilen bir memeli olarak giydirin, böylece felaketi davet etmiş olursunuz. Bu balığı ancak bir bedel ödeyerek giydirebiliriz. Mükemmel bir biçimde tasarlanmış olan -yani uzatılmış tarihsel mirası olmayan- bir dünyada basurdan ya da fıtıkdan çekmek zorunda kalmazdık. Ne de binalarımızı yenilemek bu kadar pahalı olurdu.

29 Nisan 2011

Haberler

Yenileme
Blog tasarımını yeniledim. İlgi Gören İletiler bölümü beğenilen ve ilgi gören iletilere kolayca erişmenizi sağlayacak. Onun altındaki etiketlerin gruplandığı bölüm de yazı dizilerine ulaşmanızı kolaylaştıracak diye umuyorum. Umarım beğenirsiniz.

İletilerimi Twitter, Facebook gibi sosyal ortamlarda paylaşmak istediğinizde iletinin altındaki ilgili sembollere tıklamanız yeterli olacaktır.

Yorumlar
Bu blog yapıcı yorumlara açıktır. Lütfen bildiklerinizi, varsa yanlışlarımı, çevirim hatalarını, yararlı olabileceğini düşündüğünüz bilgileri, konuyla ilgili sorularınızı Yorum Gönder bağlantısına tıklayarak eklemekten çekinmeyin.

Ancak takdir edersiniz ki burası kapsamlı bir tartışma ortamı değildir. Polemiklere, kişisel ve uygunsuz saldırılara, aslı astarı olmayan bilgilere yer vermeyeceğimi bu tür yorumları yayınlamayacağımı bilmenizi isterim.

Evrim Olgusu'nu anlayan, bildiklerini sorgulamaktan ve değiştirmekten çekinmeyen okurlar elbette tanrı'nın varlığını ve dinleri evrimle çeliştiği için felsefi olarak sorgulayacaklardır dolayısıyla bu konuları tartışmak isteyebilirler. Blog'umda zaman zaman bu tür iletiler bulabilirsiniz. Ancak bu blogun amacı tanrı var mıdır yok mudur şeklinde felsefi bir tartışma ortamı yaratmaktan çok olgusal ve inandırıcı verilerle Evrim Olgusu'nu göstermek ve inanç sorununu kişiye bırakmaktır.

Akılsız Tasarım
Bu yeni oluşturduğum etiketin adı. Bu etiket altında 'Akıllı Tasarımcıların' insanın Tanrı tarafından mükemmel bir şekilde tasarlanmış olduğu savını çürüten örneklere yer vereceğim. Bu dizinin ilk örneği 'Bu Eski Vücut' yayınlandı. Bu ileti Neil H. Shubin'in Ocak 2009 yılında Scientific American dergisinde yayınlanan makalesinden Türkçe'ye çevrilmiştir. Umarım ilgiyle okumuşsunuzdur. Bu dizi ilginç makalelerle devam edecek.

15 Evrimsel Cevher
15 Evrimsel Cevher yazı dizisi büyük ilgi gördü, hala da görüyor. Özgün İngilizce metinde bu yazı dizisi için kullanılan deyim '15 Evolutionary Gems'dir. Gem kelimesinin İngilizce'de birinci anlamı 'kıymetli taş', 'mücevher'dir. İkinci anlamı ise 'bir konuda olağanüstü iyi ve özel nitelikleriyle bilinen bir kişi ya da şey'dir. Burada kastedilen ikinci anlamdır. Türkçe'de de benzer bir ayrım vardır. Ancak 'cevher'in ikinci anlamı daha çok kişiler için kullanıldığından çevirimde 'cevher'in 'çok iyi nitelikli örnekler' anlamında kullanılmasının kulağa hoş gelmediğinin farkındayım. Ne yazık ki bu tür çeviri sorunları bazen kaçınılmaz oluyor. Bu konuda bazı okuyucularımın gösterdiği duyarlılığı anlıyorum ve beni hoş göreceklerini umuyorum.

Evrim Olgusu hızla yükseliyor
Evrim Olgusu'nu güncellediğimden beri son bir haftada yaklaşık 100'ü aşkın hit aldık. Bu çok sevindirici bir gelişme.

İlginize çok teşekkür ederim. Lütfen Evrim Olgusu'nu paylaşın. İnsanlarımız, gençlerimiz öğrensin aydınlansın, bizim yaşadığımız karanlığı yaşamasınlar.

26 Nisan 2011

Bu Eski Vücut

NEIL H. SHUBIN, SA 2009

İnsan anatomisi öğretmeye çalıştığım üniversite laboratuvarımı yenilediği sıralar başladım. Öyle ki bundan daha uygun bir rastlantı olamazdı. Anatomiyi ilk kez öğretmek başlıbaşına bir mücadeledir, ve bunun nedeni yalnızca çok fazla sayıda ismi öğretmek değildir. İnsan vücudunun içine yöneltilen öylesine bir bakış evrim sırasında içimizde bırakılan daha çok bir karmaşaya benzeyen yapıları ortaya çıkarır, damarlar, sinirler ve diğer yapılar vücudun bir tarafından diğer tarafına tuhaf yollardan ulaşırlar.

Vücudun iç yapılarını anlamaya çalışırken, yenilenerek çağdaş bir labaratuvara dönüştürülmesi gereken 100 yıllık bir binada bana bir yer verildi. Duvarları indirip borulara, kablolara ve diğer mekanik aksama baktığımızda görünürde akla uygun olmayan bir kördüğüm gördük; kablolar, teller ve borular binanın her tarafında tuhaf döngüler ve dönemeçler alıyordu. Aklı başında olan hiç bir kimse bu binayı duvarı kaldırdığımızda gördüğümüz dolanmış iç içe geçmiş dağınıklığı düşünerek tasarlamış olamazdı. 1896’da inşa edilen binanın iç donanımı her biri bir önceki dönemde yapılanların üzerine uydurulmuş eski bir tasarımı yansıtıyordu. Eğer bir kablonun ya da borunun kıvrılarak giden yollarını anlamak istiyorsanız tarihsel gelişimlerini ve yıllar boyunca nasıl değiştiklerini anlamak zorundaydınız.

Erkek döl kordonunu ele alalım. Bu kordon testis torbasındaki testisleri penisteki idrar yoluna bağlar. Bu şekilde spermin vücuttan atılması için bir yol oluşturur. Testis torbası penisin hemen yanındadır, bu da insana en iyi tasarımın en kısa yolu alması gerektiğini düşündürür, yani iki yapı arasında doğrudan bir bağlantı. Ancak durum böyle değildir. Döl kordonu testis torbasından yukarı çıkar, kasık kemiği içinde bir tur atar, kalça eklemlerinin altındaki bir açıklıktan aşağıya iner ve nihayet penisteki sidik kanalına ulaşır. Bu dolambaçlı yol -tarihsel bir miras olup- tıp talebelerinin anlaması için olduğu kadar bu nedenle bir tür fıtıktan müzdarip olan erkekler için de bir can sıkıntısı kaynağı olmuştur.

büyütmek için tıklayın

Vücudumuzu anlayabilmek için, mikrop ve kurtçuklardan balık ve pirimatlara kadar onlarla paylaştığımız geçmişimizi incelememiz gerekir. Döl kordonu örneğinde, insan erbezleri gelişimlerine köpek balıkları, balık ve diğer kemikli hayvanlarda olduğu gibi başlar. Erbezleri -dişilerde yumutalıklar, erkeklerde testisler- başlangıçta insan vücudunun üst kısmında, muhtemelen erbezlerine dönüşen dokular arasındaki etkileşim orada olduğu için karaciğere yakın bir konumda oluşmaya başlar. Erişkin köpek balıklarında ve balıklarda, erbezleri tipik olarak yukarıda karaciğerin yanında kalır. Erbezleri bu atasal configürasyonda muhtemelen sperm vücut boşluğunun sınırları içinde gelişebildiği için kalmıştır.

Bizim gibi memeliler balık atalarımıza göre bazı şeyleri değişik yollarla yaparız. Erkek fetus gelişirken erbezleri aşağıya iner. Dişilerde yumurtalıklar ortadan aşağıya rahim ve fallopyan tüplerinin yanına iner. Bu yer değişimi yumurtanın döllenmek için uzun bir yol katetmesini önler. Erkeklerde ise erbezleri daha da aşaşıya iner, vücuttan sarkan testis torbalarına kadar.

Bu özellik sağlıklı sperm üretimi için çok önemlidir. Bir olası neden memeliler sıcak kanlıdır, spermin sayısı ve kalitesi vücudun geri kalan kısımlarından daha soğuk bir ısıda gelişmeye gereksinim duymasındandır. Gerçekten de bir çalışma erkeklerde jokey tipi dar don yerine testis torbalarının sallanmasını sağlayan boxer tipi don kullanıldığında sperm kalitesinin bir kaç faktör arttığını göstermiştir. Dolayısıyla memelilerin testis torbaları daha sıcak olan vücuttan ayrılan spermin geliştiği bir kese olup ısı değiğimine göre yukarı çıkar ya da aşağıya iner (erkekler soğuk duş etkisini düşünün).

Ve işte sorun buradadır. Testislerin kesede yer almaları için uzun bir yol inmeleri gerekir, bu da sperm kordonunun dolambaçlı bir döngü yapmasına neden olur. Ne yazık ki bu döngü erkeklerde vücut duvarında ucuna yakın bir yerde zayıflamaya neden olur. Bir çok fıtık türü bir miktar barsak dokusunun bu zayıf noktadan fırlaması nedeniyle oluşur. Bu fıtık türleri doğuştan olabilir, öyleki bazı barsak parçaları testislerle birlikte hareket eder ve vücut duvarından aşağıya iner. Veya bu zayıf noktadan dolayı yaşam sırasında daha sonraları ortaya çıkar.

Sonuç olarak bazı fıtık türlerine maruz kalma eğilimi insan evriminin aşamalarını; balık geçmişimizi ve memeli bugünümüzü yansıtır.

24 Nisan 2011

Evrimle dinlerin uyumu varsayımı üzerine

Son yıllarda kendilerini "sadeci" -purist- olarak gören yeni bir kentsel müslüman prototip ortaya çıktı. Bu grup Kur'an'ın sonradan yapılan yorumlarını (hadisleri) reddetmekte, Kur'an ayetlerinin mecazi olduğu ve kelimesi kelimesine anlamlandırılmaması gerektiği savını ileri sürmektedir.

Bu kişiler kendi dini inanç sisteminin geçerliliğini sorgulamak yerine parçası oldukları kentsel toplumların entelektüel ve akademik çevrelerinde kabul görmek umuduyla temelsiz sonuçlara ulaşma eğilimindeler. Batı'daki akıllı tasarım hareketi ile kol kola, tanrı’yı ve dinleri, Evrim Olgusuna uyarlamaya çalışmaları zaten kaybedilmiş olan dinlerin inandırıcılığını son dakikada umutsuzca kurtarma çırpınışı diye görülmelidir.

Canlı türler akıllı tasarım sonucu değil olasılığa dayalı değişimlerin doğal seçilimi yoluyla evrildiler. Rastlansal (stokastik) bir sürecin tanrısal bir varlık tarafından düğmeye basılarak başlatılmış olması pek akıl karı bir sav değil.

Her doğan insanın genomunda rastgele olarak 50 adet DNA baz çifti eşeyli bölünme (meyoz) sırasında mutasyona yani hataya maruz kalır. Bu tür mutasyonlar baz çiftleri copyalanırken ya da yer değiştirirken olur. Hayali bir Tanrı'nın ya da herhangi bir fiziksel yapının (mesela çok üstün bir robotun) 3 milyar baz çiftinden oluşan insan genomunun, tek hücreli başlangıcından bu yana milyarlarca yıl, sayısız tür ayrımı, ve sayısız nesiller boyunca, sayısız ve sürekli değişim gözteren yeryüzü koşullarında, nasıl evrileceğini önceden bilmesi ve denetlemesi olası değildir. Kaldı ki insan vücudunda özenle tasarlanmadığımızı gösteren pek çok belirti var (bkz. Akılsız Tasarım).

Buna ek olarak ne biz insanların evrimde özel bir konumu ne de varlığımızı dayandırabileceğimiz evrensel bir gerçeklik vardır. Bilincimiz çevremizdekileri kavrayabilmek için (dinler de dahil olmak üzere) değişik modeller üretebilecek şekilde evrilmiştir. Gerçekliklerin bir değil çok sayıda ilgili tanımlarını içeren modelimiz var. Kısacası dinlerin önerdiği gibi bizim dışımızda gelişmiş mutlak bir gerçeklikten söz edemeyiz.

Stephen Hawking Muhteşem Tasarım -The Grand Design- kitabında ilginç felsefi önermelerde bulunuyor. Kitabın en belirgin özelliği Model Bağımlı Gerçeklik (Model Dependent Realism) fikrini konu edinmiş olması. Önce konuyla ilgili bir kaç alıntı yapacağım.

‘Görüntüden ya da kuramdan bağımsız gerçeklik yoktur. Yerine model-bağımlı gerçeklik dediğimiz bir görüşü önereceğiz; fikir şudur, fiziksel kuram ya da evrenin görüntüsü (world picture) genelde matematiksel doğası olan bir model ve modelin elemanlarını gözlemlere bağlayan bir dizi kuraldan oluşur. Bu çaşdaş bilimi açıklayan bir taslak oluşturur...’
...
‘Model-bağımlı gerçeklik, klasik gerçeklik ve anti-gerçeklik görüşleri arasındaki tartışmaları birbirine bağlar, öyle ki model-bağımlı gerçekliğe göre bir modelin gerçek olup olmadığını sormak anlamsızdır, anlamlı olan gözlemle modelin uzlaşıp uzlaşmadığıdır. Eğer gözlemle uyuşan iki model varsa, örneğin balığın ve bizim resmimiz, bunlardan birisinin öbürüne göre daha gerçek olduğu söylenemez. Gözönüne alınan durum için hangisi uygunsa o kullanılabilir. Örnek vermek gerekirse, eğer birisi akvaryumun içindeyse balığın resmi işe yarayabilir, ama uzak bir evrenden dünyamız üzerindeki bir akvaryumun sınırları içerisindeki olayları açıklamak uygun olamaz, özellikle kendi ekseni etrafında dönen dünyanın güneşin etrafındaki yörüngesinde akvaryumla birlikte hareket ettiğini düşünecek olursak.
...
Gündelik yaşamda da bilimde olduğu gibi modeller yaparız. Model-bağımlı gerçeklik yalnızca bilimsel modellere özgü olmayıp gündelik yaşamımızı anlamak ve açıklamak amacıyla kurduğumuz bilinçli ve bilinçsiz akla ait modeller için de geçerlidir.
...
Duyusal işlemleme ile yaratılan evren kavramından ve onun yoluyla düşünüp mantık yürütmekten gözlemciyi (yani bizi) soyutlamak olası değildir. Algılarımız-ve de kuramlarımızın dayandığı gözlemlerimize - doğrudan değil, insan beyninin yorumlayıcı yapısı olan bir çeşit mercek tarafından şekil verilir.’

Benim ulaştığım sonuç da bu. Model-bağımlı gerçeklik; EPR paradoksu, dalga-parçacık ikilemi gibi sorunları analiz etmemizi kolaylaştıran daha esnek, modüler ve anlaşılabilir bir yapı ortaya koyuyor. Model yani gözlemcinin kendi duyusal ve analitik yetilerinin sınırlamasıyla oluşturulan taslam gözleme etki ediyor, yani klasik gerçeklik kuramlarında önerildiği gibi gözlemci gözlemden bağımsız değil (bu bağımsızlık bir yanılsama aslında). Bunu kabul ettiğiniz anda soruna ışık tutulmuş oluyor.

Evrim, özel görelilik, yerçekimi, kuantum kuramları gibi bilimsel modeller delillerle sınanmış, saptanmış ve çalışmaktadırlar, yani ilgili gerçeklikler hakkında faydalı öngörümler yapmamızı sağlarlar. Buna karşın dinsel modeller sınanabilen gerçeklikler önermek yerine varlığımızı dinlerin bilimle uyumlu olma yanılsaması da dahil olmak üzere bilinçten yoksun fantazilere dayandırmaktadırlar.

Güncelleme

Sevgili okurlarım, dostlarım..

İşlerimim yoğunluğu nedeniyle uzun zamandir evrim konusunda çeviri yapamıyordum. Hatta bir ara blogumu hakkını verebilecek birilerine devretmeyi bile düşündüm. Daha sonra bu karardan çeşitli nedenlerle vaz geçtim.

Evrim Olgusu blogumun popülaritesinin güncellenmemesine rağmen arttığının farkındayım. Bu da Evrim konusunda Türk insanında bir bilgi açlığı olduğunun ve bu açlığın giderilmesi gerektiğinin bir göstergesi.

Bloguma kısa ve güncel tercümelerle geri dönüş yapmayı düşünüyorum.

Bu arada pek çok konuda son derece bilgili, bildiğini aktarmayı, bilimsel tartışmayı seven ve bilen güvenilir bir dostum aşağıdaki siteyi kurdu.

Sevebilirsiniz..

http://www.dusuncedunyasi.net/

Katkılarınıza ve ilginize çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere..

Evrim Olgusu